Gerek taşınmaz sahipliği gerekse de taşınmazın kullanım hakkı kadimden bugüne dek toplumsal yapıyı şekillendiren önemli konulardan biri olmuştur. Geçmişten bugüne her devlet az ya da çok insanlığın ortak mirasına katkıda bulundukları gibi bunun yanı sıra bu ortak mirastan da etkilenmişlerdir.
Tarihin en uzun ömürlü devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti’nin siyaseti devletin güvenilirği ve toplumun da refahını amaçlıyordu. Devleti yönetenler de kendilerini halka hizmet etmekle sorumlu olarak görüyorlardı. Merkeziyetçi yapıda bir tarım imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu’nda arazi mülkiyet sisteminin şekillenmesinde devletin güvenilirği ve toplumun da refahı amaçlanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu, arazi mülkiyet sistemini kurarken ve geliştirirken başında İslam Hukuku olmak suretiyle Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, İlhanlı ve Bizans’ın arazi mülkiyeti konusu ile ilgili uygulamaları etkili olmuş, değişen oranlarla bahse konu nedenlerden faydalanarak kendine özgü bir sistem ortaya koymuştur. Araştırma kapsamında toprakları büyüdükçe gelişen ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde de zirveye ulaşan bu devlete dair arazi mülkiyet rejiminin devletin ve toplumun ekonomik, sosyal, mali ve askeri sisteminin şekillenmesinde başat rol oynadığı, bu sistem içinde arazilerin çok büyük bir kısmını miri arazilerin oluşturduğu, bu arazilerin rakabe olarak adlandırılan çıplak mülkiyetinin devlete, işletmesinin de ödül olarak ya da maaş yerine gelirlerinin kendilerine tevcih edildiği yüksek zevat ya da şahıslara, tasarrufunun ise köylüye bırakıldığı, bu sistem içinde köylünün kullandığı arazinin varislere de devrediliyor olması nedeniyle Türk Medeni Kanunundaki intifa ile ilgili çok daha güçlü bir hak olduğu, devletin duraklama ve gerileme dönemlerine paralel olarak arazi mülkiyet sisteminin de bozulduğu, Tanzimat Dönemi’nden itibaren arazi mülkiyet sisteminin ıslahı için Cumhuriyet dönemine kadar peş peşe birtakım resmi ve yasal düzenlemeler yapıldığı, bunlar içinde 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi’nin önemli bir yeri olduğu, Tanzimat’tan itibaren yapılan bu düzenlemeler çerçevesinde miri arazide bireysel mülkiyete doğru bir değişim olduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen 1926 tarihli Türk Medeni Kanununun arazi mülkiyet sistemini çok daha farklı şekilde düzenlediği, bu kanunla birlikte Arazi Kanunnamesi’nin yürürlükten kalkmış olduğu, devlet arazisi üzerindeki kullanma ve faydalanma hakkının da mülkiyet hakkına dönüştüğü, devlet arazilerini kullanan kişilerin de malik olarak kabul edildikleri sonucuna ulaşılmıştır.